19 Ocak 2017 Perşembe

Mısır Püskülü



Hava o kadar sıcaktı ki sanki nefes alamıyordu. Sağ koluyla tekrar alnındaki terleri sildi. Teri, mısırların püsküllerinden tahriş olmuş olan kolunu yaktı. Canı hiç yanmadı, buna da alışmıştı. 6 saattir annesiyle beraber “dişi” dedikleri uzunca olan mısırların püsküllerini çıplak elleriyle söküyordu. Küçük ve bodur olanlara “baba” diyorlardı ve onların sökülmemesi gerekliydi. İlk duyduğunda çok şaşırmıştı; mısırların cinsiyeti olduğunu bilmiyordu. Okuldaki arkadaşlarına bunu anlatsa onunla dalga geçip güleceklerini bildiği için bu büyük sırrı kendisine saklamaya karar verdi.

Sonra bir püskül, bir tane daha, bir tane daha ve bir tane daha. Püsküllerin içinden çıkan küçük siyah böceklerden artık tiksinmiyordu. Onlara da alışmıştı. Birkaçıyla arkadaş olmayı bile denedi.
 Sonra tarlada bir ses duyuldu: “Mola!” Sesin sahibi, başında kovboy şapkası olan esmerce bir adamdı. Annesi ve diğerleri ondan bahsederken “çavuş” diyorlardı. Çavuş çok asabi bir adamdı. Sabahtan beri herkese ağzından tükürükler saçarak bağırıyor, azarlıyor, tehdit ediyor, herkes ondan çekiniyordu. Bu gergin adamın ikazından sonra annesiyle, olduğu yere oturup molada işçilere su dağıtan kişinin yanlarına gelmesini bekledi. 

Tarladaki çoğu işçiye su verildikten sonra çavuşun emri ile tekrar işe dönüldü. Mesainin bitimine 1 saat kala annesinin gözleri hafif hafif kararmaya başladı. Ardından gelen soğuk terler ile birlikte annesi yere düştü. Bunun üzerine yan sıralarında püskül söken işçilere “annem!” diyebildi yarı kısık yarı çığırtkan bir sesle. Herkes annesinin başına toplandı. Toplananlar, yerde yatmakta olan annesine sadece bakıyorlardı. Bu onda daha büyük panik yaratıyor, minicik ellerinin titremesine ve sağ gözünün seyirmesine hakim olamıyordu. 9 yıllık hayatı gözlerinden film şeridi gibi aktı. Bayılan annesiydi ama can veren kendisiydi. Şu kısacık hayatında onun için anlam ifade eden tek kişi yerde kıpırtısız yatıyordu. Sonra birden kalabalığın içinden çavuş belirdi. Memnuniyetsiz bir yüz ifadesiyle “Tarla işini kaldıramayacak insanı niye getiriyorsunuz lan buraya ?! Bu iş bugün bitecek, gerekirse hepiniz 1 saat fazla çalışacaksınız!” diye kükredi. Bunu duyan işçiler, onun yüzünden 1 saat daha fazla çalışacakları için yerde yatmakta olan kadına öfkeyle baktılar; içlerinde kalan son merhamet kırıntılarını bu kurak tarlada kurban ederek. 

Çavuş, işçilere savurduğu tehditten sonra hala yerde yatmakta olan kadına baktı. “2 kişi alsın şunu. Arkadaki ağacın gölgesine yatırıp yüzüne biraz su çarpın. Bir şeyi yok, başına güneş geçmiştir. Hadi herkes işinin başına!” diye bağırdı. İşçiler tekrar püskül sökümüne geri dönerken 2 kişi kadının koluna girerek onu büyük ceviz ağacının gölgesine yatırdılar.

Aradan biraz zaman geçmiş ve annesi hala uyanmamıştı. Annesinin yanındaki 2 kişi endişeli gözlerle birbirlerine bakarken sessizce bir şeyler konuştular. Ardından biri kalkıp çavuşun yanına gitti. Telaşlı şekilde çavuşa bir şeyler anlattıktan sonra birlikte annesinin yanına geldiler. Çavuş kulağını baygın kadının ağzına yaklaştırdığında gözleri kocaman açıldı ve “Çabuk ambulans çağırın! Kadın nefes almıyor.” Diye bağırdı. Bir kargaşa koptu: Koşuşturan insanlar, küfür eden çavuşlar, tedirgin bakışlar. 

O büyük curcuna sonlandığında kendisini annesinin cenazesinde buldu. Akrabaları, annesinin tabutunu babasının yattığı mezarın yanına gömerlerken bir anda okuldaki hayat bilgisi öğretmenine öfkelendi. Onun derste söylediği yalanları düşündü: “Kölelik çocuklar, kölelik yıllar önce tarihin kirli sayfalarına gömülerek bitti. Onu ondan korkmayan cesur insanlar bitirdi.” demişti. Ama ortada çok büyük bir yalan vardı. O gün tarlada yerde yatmakta olan annesine öfkeyle bakan insanlar mı cesurdu ? Çavuşun, derste anlatılan geçmişteki köle sahiplerinden tek eksiği elinde kırbacının olmaması mıydı ? Yoksa öğretmenler, efendiler tarafından tutulup kölelere köleliğin olmadığını inandıran maaşlı yalancılar mıydı ?

Bu sorular aklında dönerken defin işlemleri bitmişti. Mısır püsküllerinden şişmiş olan elleriyle annesinin toprağına dokundu. Mezar taşına eğilip “Merak etme anne ben ne onlardan ne de yalanlarından korkuyorum. Gerçekleri herkese anlatacağım, merak etme.” dedi. İnsanlığın tüm umudu 9 yaşındaki bir çocuğun omuzlarındaydı. Ayağa kalkıp doğruldu. Mezarlığın çıkışına doğru ilerlerken dimdik yürüdü; ölen bütün tarla işçilerinin sesi olmak için.


                                                                                                                                       Kabil