Hava o kadar sıcaktı ki sanki nefes alamıyordu. Sağ koluyla tekrar
alnındaki terleri sildi. Teri, mısırların püsküllerinden tahriş olmuş olan
kolunu yaktı. Canı hiç yanmadı, buna da alışmıştı. 6 saattir annesiyle beraber
“dişi” dedikleri uzunca olan mısırların püsküllerini çıplak elleriyle
söküyordu. Küçük ve bodur olanlara “baba” diyorlardı ve onların sökülmemesi
gerekliydi. İlk duyduğunda çok şaşırmıştı; mısırların cinsiyeti olduğunu
bilmiyordu. Okuldaki arkadaşlarına bunu anlatsa onunla dalga geçip
güleceklerini bildiği için bu büyük sırrı kendisine saklamaya karar verdi.
Sonra bir püskül, bir tane daha, bir tane daha ve bir tane daha. Püsküllerin
içinden çıkan küçük siyah böceklerden artık tiksinmiyordu. Onlara da alışmıştı.
Birkaçıyla arkadaş olmayı bile denedi.
Sonra tarlada bir ses
duyuldu: “Mola!” Sesin sahibi, başında kovboy şapkası olan esmerce bir adamdı.
Annesi ve diğerleri ondan bahsederken “çavuş” diyorlardı. Çavuş çok asabi bir
adamdı. Sabahtan beri herkese ağzından tükürükler saçarak bağırıyor, azarlıyor,
tehdit ediyor, herkes ondan çekiniyordu. Bu gergin adamın ikazından sonra
annesiyle, olduğu yere oturup molada işçilere su dağıtan kişinin yanlarına
gelmesini bekledi.
Tarladaki çoğu işçiye su verildikten sonra çavuşun emri ile
tekrar işe dönüldü. Mesainin bitimine 1 saat kala annesinin gözleri hafif hafif
kararmaya başladı. Ardından gelen soğuk terler ile birlikte annesi yere düştü.
Bunun üzerine yan sıralarında püskül söken işçilere “annem!” diyebildi yarı
kısık yarı çığırtkan bir sesle. Herkes annesinin başına toplandı. Toplananlar,
yerde yatmakta olan annesine sadece bakıyorlardı. Bu onda daha büyük panik
yaratıyor, minicik ellerinin titremesine ve sağ gözünün seyirmesine hakim
olamıyordu. 9 yıllık hayatı gözlerinden film şeridi gibi aktı. Bayılan
annesiydi ama can veren kendisiydi. Şu kısacık hayatında onun için anlam ifade
eden tek kişi yerde kıpırtısız yatıyordu. Sonra birden kalabalığın içinden
çavuş belirdi. Memnuniyetsiz bir yüz ifadesiyle “Tarla işini kaldıramayacak
insanı niye getiriyorsunuz lan buraya ?! Bu iş bugün bitecek, gerekirse hepiniz
1 saat fazla çalışacaksınız!” diye kükredi. Bunu duyan işçiler, onun yüzünden 1
saat daha fazla çalışacakları için yerde yatmakta olan kadına öfkeyle baktılar;
içlerinde kalan son merhamet kırıntılarını bu kurak tarlada kurban ederek.
Çavuş, işçilere savurduğu tehditten sonra hala yerde
yatmakta olan kadına baktı. “2 kişi alsın şunu. Arkadaki ağacın gölgesine
yatırıp yüzüne biraz su çarpın. Bir şeyi yok, başına güneş geçmiştir. Hadi
herkes işinin başına!” diye bağırdı. İşçiler tekrar püskül sökümüne geri
dönerken 2 kişi kadının koluna girerek onu büyük ceviz ağacının gölgesine
yatırdılar.
Aradan biraz zaman geçmiş ve annesi hala uyanmamıştı.
Annesinin yanındaki 2 kişi endişeli gözlerle birbirlerine bakarken sessizce bir
şeyler konuştular. Ardından biri kalkıp çavuşun yanına gitti. Telaşlı şekilde
çavuşa bir şeyler anlattıktan sonra birlikte annesinin yanına geldiler. Çavuş
kulağını baygın kadının ağzına yaklaştırdığında gözleri kocaman açıldı ve
“Çabuk ambulans çağırın! Kadın nefes almıyor.” Diye bağırdı. Bir kargaşa koptu:
Koşuşturan insanlar, küfür eden çavuşlar, tedirgin bakışlar.
O büyük curcuna sonlandığında kendisini annesinin
cenazesinde buldu. Akrabaları, annesinin tabutunu babasının yattığı mezarın
yanına gömerlerken bir anda okuldaki hayat bilgisi öğretmenine öfkelendi. Onun
derste söylediği yalanları düşündü: “Kölelik çocuklar, kölelik yıllar önce
tarihin kirli sayfalarına gömülerek bitti. Onu ondan korkmayan cesur insanlar
bitirdi.” demişti. Ama ortada çok büyük bir yalan vardı. O gün tarlada yerde
yatmakta olan annesine öfkeyle bakan insanlar mı cesurdu ? Çavuşun, derste
anlatılan geçmişteki köle sahiplerinden tek eksiği elinde kırbacının olmaması
mıydı ? Yoksa öğretmenler, efendiler tarafından tutulup kölelere köleliğin
olmadığını inandıran maaşlı yalancılar mıydı ?
Bu sorular aklında dönerken defin işlemleri bitmişti. Mısır
püsküllerinden şişmiş olan elleriyle annesinin toprağına dokundu. Mezar taşına
eğilip “Merak etme anne ben ne onlardan ne de yalanlarından korkuyorum.
Gerçekleri herkese anlatacağım, merak etme.” dedi. İnsanlığın tüm umudu 9
yaşındaki bir çocuğun omuzlarındaydı. Ayağa kalkıp doğruldu. Mezarlığın
çıkışına doğru ilerlerken dimdik yürüdü; ölen bütün tarla işçilerinin sesi
olmak için.
Kabil