Tavanda
öylece duruyor, kıpırtısız. Kanı, bir ressamın tuvalini nefretle doldurması
gibi boyamış duvarı. Oturduğum yerden göremiyorum ama biliyorum gözleri kesin
bana bakıyor. İçerisi çok sessiz, vücudumun her zerresi pişmanlık dolu. Odada
ölümün ciyak ciyak sessiz çığlıkları yankılanıyor, bir tek ben duyuyorum.
Gözlerim
masasının üzerindeki cinayet aletine takılıyor. Baş ucuna biraz kan bulaşmış.
Onu masanın üzerinden alıp halının altına saklıyorum. Ama ondan kurtulmak veya
yakalanma korkusundan değil, sadece birkaç saniyeliğine de olsa vicdan
rahatlatmak için.
İçerisi
hala çok sessiz, aklımda uçuşan sonsuz sorular… Bu yaptığımın hesabını
yaratıcıma nasıl vereceğimi düşünüyorum. Hani küçükken bir halt yersin de ailen
sana hesap sorduğunda hiçbir açıklama yapamaz, öylece halı desenlerini izlersin
ya işte öyle bir mahcubiyet içinde tavana bakıyorum. Sanki oraya baktığımda her
şey yoluna girecekmiş gibi.
Alnıma
boncuk boncuk terler, sağ dizime de hafif bir titreme geliyor. Sonra da kendime
“Rahat ol. Yaptığın doğruydu. Sen onu öldürmeseydin o sana zarar verecekti.
Unutma özgürlükler bir başkasının özgürlüğünü kısıtlayana kadardır, küçükken
aynen bunu demişti sosyal bilgiler öğretmenin, bir suçlu varsa şayet bu odur.
Sen gayet demokratik ilkelere uygun, devletin sana verdiği meşru müdafaa
hakkını kullanarak bir can aldın, bunda hiçbir şey yok.” dedim.
Ahvalim
paramparça. Neden böyle oldu ? Oysa bunu daha önce defalarca yapmıştım ama bu
sonuncusu neden kendimi böyle hissettirdi ? Sanırım ya deliriyorum ya da içim
çürüyor. Her iki ihtimal de sonumun daha da yaklaştığının belirtisi.
Dedem: “
Bazen insana ölümü malum olur. Ölmesine yakın bir haller gelir, yaklaştığını
hisseder.” demişti. Belki dedem haklıdır, ölümüm yaklaşıyordur.
Yoksa
altı üstü tavanda duran bir sivrisineği dergiyle vurup öldürmek insanda ne
kadar vicdan azabı yaratır ki ? Hem de aylık edebiyat dergisiyle öldürmek.
Artık o derginin yazarları da bu suça ortak, hepsinin elinde, edebiyatında o sineğin
kanı var.
İnsan
aldığı her canda (bu bir sivrisinek, bir köpek, bir insan da olur) ruhundan,
içinden bir şeyler bırakıyor. Ölüm beraberinde büyük bir tükenişi getiriyor.
Önce sinekle sonra da kitle imhalar ile yüzbinler ölüyor.
Unutmayalım
hepimiz Adem’in olduğu kadar Kabil’in de torunlarıyız. Yani “atadan katil” bir
türüz. Bu dürtü içimizde var. Ondan kurtulamayacağız. Ama bir parça vicdan
sahibi olursak, öldürdüğümüz bir sineğin, kopardığımız bir çiçeğin arkasından
vicdanımız acırsa, ne bileyim belki o zaman bir parça daha insan kalabiliriz.
Umudunuzu
yitirmeyin, sinekleri öldürmeyin. Selametle.
Kabil