18 Eylül 2016 Pazar

Korku



“Korku” olgusu için çevremizdeki genel kanı daima: “makul düzeyde korku iyidir, her şeyden önce insanı hayatta tutar” şeklindedir. Tabi ki bu görüş “ortalama bir korku” içindir. “Aşırı korkularımız” için aldığımız genel tavsiye ise: “korkularının üzerine git, mutlaka yeneceksin.” Yüksekten korkuyorsan bir gökdelenin tepesine çık, karanlıktan korkuyorsan geceleri kendini ışıksız odalara kapat, böcekten korkuyorsan onu eline al gibi insana kalp krizi geçirtecek ilginç tavsiyeler. Bu tavsiyeleri de genelde “korkusuz büyüklerimiz” verir.  Çünkü onlar bu yöntemleri uygulayarak önce korkularını yenmişler sonra da korktukları şeyin ta kendisi olmuşlardır. Ölümden korkanlar öldürmüş, savaştan korkanlar savaş çıkarmış, yalandan korkanlar en büyük yalanları atmışlardır. Çünkü insan denen varlık tepeden tırnağa bencildir. Korkularını yenmenin yegane ve gerçek yolu ona dönüşmektir. Korkak konumundayken korkulacak kişiye dönüşmek. Diğer bütün seçenekler ve tavsiyeler zırvadan başka bir şey değildir.


                                                                                                                                          Kabil
bisiklet, soba, kırık sanldaya

17 Eylül 2016 Cumartesi

İhtimal


Sen “gideceğim” dedin ya, bütün kalelerim yıkıldı. Soluduğum havanın içinde sanki bir tür zehir var. İçime çektikçe yüreğimi şişiren. Biraz daha nefes alsam kalbim patlayacak gibi. İçimde bir yangın, korkunç alevler, tesirsiz yıkımlar… Sen “gideceğim” dedin ya, bütün kelebekler uçmayı bıraktı. Güneş, aydınlığından utandı; gideceğin yolu bu kadar aydınlattığı için. Sonra ben de güneşe taş attım. Elimden gelen buydu ve attığım taş güneşte bir delik açtı. Seni gördüm o deliklerden. Gözümü kör eden ışığın arkasında. Sana birkaç saniye daha bakmak için hiç kırpmadım gözlerimi. Kanlar akana, kör olana dek baktım. Sonra düşündüm; oysa çoktan gitmişsin sen. Ben karanlıklarda mutluyuz zannederken, sen uzun zamandır o sahici ışığın arkasındaymışsın.

                
                                                                                                                                                                       Kabil

10 Eylül 2016 Cumartesi

İzafiyet Teorisindeki Yanlışlık



İşlevsizliğinin farkında olan birine hayat daima fazla zordur. “Hiçbir işe yaramama hissinin” doğurdu çaresizlikten bahsediyorum. İçilen tatsız tuzsuz çaylar, gereksiz siyaset muhabbetleri, havası leş gibi olan parklar ve sonsuz enerjiye sahip bir mutsuzluk hissi. Bunlar yetmezmiş gibi bir de geçmek bilmeyen bir “zaman” var. Zaman gerçekten çok aşağılık bir şey. Pusuya yatmış usta bir avcı gibi senin en gafil anını bekler. Mutsuz bir an geldiğinde geçmek bilmez. Aklın ile sanki bir oyuncakmışçasına oynar durur. Zaten izafiyet teorisinde de yanlışlık var; zamanı bükmek için ışık hızı değil bolca mutsuzluk gereklidir. İşte o zaman zamanı durdurmuş olursun. Genç bir bedenin içine sıkışmış yüz yıllık bir ruh… 

                                                                                                                                      Kabil