10 Şubat 2017 Cuma

Direniş



Güneşli bir gündü. Derse yetişmek için koşar adım fakülteye yürüyordum. Yetişmeye çalıştığım ders, “Demokrasi ve İnsan Hakları” idi. Memleketin halini düşünecek olursak böyle bir dersin varlığı “ironinin derse bürünmüş haliydi” diyebiliriz. 

Derse beş dakika geç kalmıştım. Başımı kapıdan uzatıp mahcup bir gülümseme ile hocadan izin aldıktan sonra sınıfa girip sıraya oturdum. Geç kaldığım için bütün sıralar dolmuş sadece en arka sıralar boş kalmıştı. Yerimi almış ve hocayı dinlemeye koyulmuştum.
 
Dersin genel işleyişi çoğunlukla hocanın temel bilgiler verdikten sonra sınıfça bunun üzerinde tartışarak sohbet havasında geçiyordu.

O günkü konumuz ise 2. Dünya Savaşı’nda Nazi Almanya’sı, soykırımlar, ABD’nin faaliyetleri ve atom bombası idi. Hoca bazı temel istatistiki bilgileri verdikten sonra her zamanki gibi sözü bize bırakmıştı. Verdiği bilgiler genel olarak savaşın bilançosu hakkındaki rakamlardı. Rakamları duyan bizler haliyle bayağı bir tahrik olmuş ve Nazilere, savaşa, faşizme sınıfça esip gürlemiştik. Sınıf çok fazla karşıt görüş barındırmasına rağmen, bu insanlık suçlarına karşı olması gerektiği şekilde tem yumruk haline bürünmüştü. 

Hararetli konuşmaların tesirinde geçen 1 saatten sonra hoca 10 dakika ara verdi. Sigara içmek için kapı önüne çıktım. Art arda çektiğim derin nefeslerden sonra sanki gözlerimdeki perde kalkmış gibi etrafa boş boş bakmaya başladım. Az önce hocanın derste anlattığı kan dondurucu soykırım rakamlarını duyunca gözleri dolan, ağızlarından kıvılcım çıkan insanlar sanki bunları hiç duymamış gibi çay içiyor, sohbet ediyor ve gülüşüyorlardı. İşte böyle tutarsız, samimiyetsiz, iki yüzlü varlıklardık. Muhtemelen birazdan derse girdiğimizde şu an gülen, sohbet eden arkadaşlar bunları hiç yapmamış gibi yine esip gürleyecek ve gözleri dolacaktı. Ruh hallerinin bu kadar ani ve keskin şekilde değişmesi karşısında hayrete bir o kadar da dehşete kapılmıştım. Aslında bu kasti yaptıkları bir şey de değildi. Bu bizim doğamızda vardı ve “Ölenle ölünmez” gibi bu halet-i ruhiyemize  meşruluk kazandıracak “ata” kisvesi altında sözler bile bulmuştuk. 

Ara bittiğinde herkes sınıftaki yerini almış hocayı bekliyordu. Benim içimde ise büyük bir aşağılık duygusu ve öfke vardı. Öfkem sınıftakilere değil bütün insanlığaydı. Bu kadar utancın arasında çelişkilerimize nasıl böyle sarılabiliyorduk ? Eğer herkes kendine şöyle bir dışardan baksaydı hissedeceği tek şey mide bulantısı olacaktı.

Hoca sınıfa girdiğinde bir sessizlik olmuş ve konu dönmüş dolaşmış atom bombasına gelmişti. Sınıf tekrar alevlenmiş ve her birey atom bombasına da onu yapana da atana da lanetlerini yağdırmıştı. Vicdan borçlarını okudukları lanetlerle ödeyen “cemaat mensubu Marksist ülkücü” (Kolsuz Ahmet’e selam olsun) olan bu arkadaşlar biraz sakinledikten sonra söz aldım ve “Hocam bu konuştuklarımız, bu kirli savaşlar her zaman içimizde kocaman bir delik gibi yara olarak kalacak ama atom bombasının bulunması yeni bir dünya savaşını engelleyen belki de tek şey. Nükleer güç bu kadar fazla iken her devlet çıkacak bir nükleer savaşın sonucunda üstünde yaşayacağımız, hatta savaşacağımız bir dünya kalmayacağı gerçeğinin farkında. Bu da gelecek adına çok ufak da olsa bir teselli.” Dedim. Üzerime dikilen bakışlara göz attığımda gördüğüm şey: linç, öfke ve hiddetti. 

En önden bir kız söz alıp “Hocam arkadaşın doğru algısı şaşmış galiba. Bu kadar ölüm, yıkım, ve katliamı meşrulaştırmaya çalışması gerçekten çok ilginç.” Dedi. Bakışlarında öyle bir kin vardı ki sanki sınıfta kimse olmasa beni öldürecek ve zerre vicdan azabı duymayacaktı. 

Onun bu sözleri üzerine sınıfta bir uğultu koptu. Her kafadan ayrı ses, ağızlardan tükürükler ile beraber saçılan kelimeler ve sonsuz bir öfke. Hoca sınıfı sakinleştirdiğinde ortamdaki gerginlik somut bir şeymiş gibi net şekilde hissediliyordu. 

Benim bir şeyi meşrulaştırdığım falan yoktu. Asıl onlar içlerindeki bu kin ve linç duyguları ile tüm olanları meşrulaştırıyordu. Unutmamak gerek ki her felaket beraberinde umudu da getirir. Gerçeği göremediğimiz her an ruhumuzu biraz daha linç ve şiddete teslim ederiz. Bu yüzden gerçekleri görmek aslında bir tür direniştir. 

Direnişe devam, onu asla bırakmayın. 




                                                                                                                                Kabil