En uzun gecede sanki sabah hiç olmayacakmış gibi gelir
insana. Sanki sabah hiç var olmamış gibi. Gece, seni öyle içine alır ki sen de
karanlığın ufak bir parçası olursun. Ya da karanlık senin parçan olur. Bir
bakarsın kolun, bacağın, ayakların kapkaranlık, görünmüyor. Kasvetli bir gölge
gibi yaşayıp aydınlığın seni kurtarmasını beklersin ama onun hep karanlıktan
daha mühim işleri vardır; hiç gerçekleşmeyecek olan hayallerimiz için “şu
anlarımızdan” vazgeçmemiz gibi.
İşte bizim Hocanın hikayesi de böyle. Hoca dediğim bizim
mahallenin eski müptezeli, hatta delisi diyeceğim de adam gayet akıllı ama işte
akıllı diyesim de yok. Öyle delilikle akıllılık arasında bir yerde sıkışıp
kalmış bir hali var.
Hoca üniversiteyi bitirip mahalleye dönüyor. 2 ay işsiz
takıldıktan sonra sitelerin arka tarafına yeni açılan bir dershanede iş
buluyor. Kıyak iş; haftanın 3 günü çalış aylık 1000 lira para. Mahallede arada
denk geliyorduk ağzı kulaklarında, işinden gayet memnun. Öğrencileri de hocayı
sevmiş, bayağı iyi anlaşmışlar.
Gel zaman git zaman Hocanın işe başlamasının ardından
yaklaşık iki buçuk ay geçti. Biz çocuklarla okuldan kaçmışız kahvede dal
sigarasına batak döndürüyoruz. Ortam çok tehlikeli, yan masada kahve sahibinin
ahbapları kumar oynuyor. Masadakilerden birinin eskiden otobüs filosu varmış
sonra işler iyi gitmemiş, şimdi içinde oturduğu evi hariç hiçbir şeyi yok.
Diğerinin eskiden, biz çok küçükken ilçede çok büyük esnaf lokantası varmış.
Hatta ilçedeki tek lokanta oymuş. Büyük para kaldırmış ama onun da evlat
hayırsız, her şeyi yemiş. Bir de işin başına geçip onu da bozmuş. Şimdi seyyar
bir kokoreç arabaları var, kahvenin 100 metre ilerisindeki köşede duruyor
onunla geçinmeye çalışıyorlar. Masanın diğer köşesinde oturan adamın lakabı
“fare”. Boyu çok kısa, yüzü de biraz fareyi andırmıyor değil, herhalde bu
yüzden o lakabı vermişler. Arada bir, boyu kadar olan paltosunun iç cebinde
duran şaraptan çeker rakiplerinin yüzlerine dikkatlice bakıp ellerini çözmeye
çalışırdı. İçtiği bir yudum içki etkisini kaybettiğinde hemen yüzü sararmaya
başlar, o zaman büyük bir yudum daha asılır yüzünün kırmızılığı geri gelirdi. Sanırım
bu durum bayağı alkoliklik göstergesi. Neyse Fare de yolunu damattan buluyordu.
Damadının mahallede tekeli vardı. Arada orda ona yardım eder onun haricindeki
tüm zamanlarda kahvede kumar oynardı.
Bizim masada da tam oyun hararetlenmişti ki yancılardan biri
“lan! Tarih üniversiteye giriş sınavından kaldırılmış birader.” dedi. Herkes
bir saniye yancıya baktıktan sonra oyuna devam etti. Oyun bittiğinde ortiyle
ben yine kaybetmiş, bütün sigaraları kaptırmıştık. Rakipteki çocuğa “at bi
sigara hiç kalmadı, hepsini aldınız.” Dedim. “Kaybetmeseydin oğlum.” Dedi.
Yüzümü ekşitip ters ters baktım. Sonra verdi.
Masada herkes sigara yakmış öyle boş boş kahvenin isli
duvarlarına bakıyorduk. Sonra aklıma geldi “oyun dönerken biriniz tarih hakkına
bir şey dedi.” Dedim. Karşı çaprazımdaki yancının mavi gözleri kurt gibi
parladı “aynen birader. Tarih üniversiteye giriş sınavından kalkmış. Yani artık
sadece sözeller girecekmiş, eşit ağırlıklardan da kaldırılmış.” Dedi. Ergenlik
aklı tabi, hemen sevindik bu habere. “ooo iyiymiş birader bir ders bir derstir,
iyi iyi.” Dedik, sanki çok ders çalışıyormuşuz da birinden kurtulmuşuz gibi.
Hal böyle olunca dershanede sözel sınıfı olmadığı için
hocayı da işten çıkarıyorlar. Hoca o ara bayağı depresyona giriyor. Bir türlü
iş bulamıyor. Zaten bizim ilçe küçük yer. Hepi topu 2 dershane 1 tane de kolej
var. Durum böyleyken ilçeden bir şey çıkmıyor. Sanırım KPSS puanı da düşüktü, ataması da
olmadı.
O ara Hoca çok fena alkol tüketiyor. Çocuklarla ne zaman
parkta takılsak eve yıkıla yıkıla yürüdüğünü görürdük. Belli bir süre daha hoca
bu rölantide devam ettikten sonra Çanakkale’den bir arkadaşı onu yanına
çağırıyor. “Gel buraya, bizim öğrenci evinde bir oda boş. Burada geçici bir iş
buluruz sana, bu sırada da dershanelere, kolejlere falan başvurursun.” Diyor.
İşte bizim Hocanın hayatının kararma evresi bu Çanakkale macerasıyla başlıyor.
Anlatılanlara göre Hoca oraya gidince büyük bir alışveriş
merkezinde iş buluyor, ilk zamanlar her şey tıkırında. Bir yandan da sürekli
oradaki eğitim kurumlarına başvuruyor. Ama aradan zaman geçmesine rağmen hiçbir
kurum geri dönüş yapmıyor. Hoca yine bunalıma giriyor. İşten aldığı bütün
parayı yine alkole yatırmaya başlıyor. Bir zaman böyle gittikten sonra alkol de
kesmiyor. Hoca farklı şeyler kullanmaya başlıyor.
Hocada da hiçbir şeyin azı yok, ne içerse dibine kadar. Bir
ara işi bırakıyor, sonra hızlı kilo vermeler, yüz hatlarının belirginleşmesi,
gözlerin pörtlemesi derken bizim hoca oluyor sana ağır müptezel. O sıralar çakmak
gazına kadar düşmüş diyorlardı.
Bir gün Hocanın ailesi ona sürpriz yapmak için çat kapı
Çanakkale’deki eve gidiyorlar. Kapı açıldığında karşılarında oğulları yerine yürüyen
bir kemik yığını bulduklarında hemen Hocayı oradan alıp ilçeye geri
getiriyorlar. Ardından hızlıca ıslahevine yatırılıyor. Çok geçmeden hoca
inceden tırlatıyor. Psikozlar ve sanrılar peşini bırakmadığı için evden çıkamaz
oluyor o sıralar. Rivayete göre o zamanlar günde 4 paket sigara içiyormuş.
Hoca uyuşturucuyu bırakıyor ama psikoz ve sanrılar onu
bırakmayıp farklı bir evreye geçiyor. Doktorlar işe yaramayınca iş cinci
hocalara kadar gidiyor. En son Hocayı Adıyaman’a götürüyorlar. Oradaki derviş
Hocanın gözlere bir kere bakmış, o gün bugündür Hoca ağzına boş sigaradan başka
bir şey sürmezmiş diyorlar.
O sıralar, sıcak bir yaz akşamı çocuklarla parkta
takılıyoruz. Kişi başı 5’şer bira yapmışız, boş beleş muhabbetler döndürüyoruz.
O aralar parka çok takılıyoruz, etiket olmayalım diye bizim çocuklardan biri
parkın bütün lambalarını birkaç gün önce indiriyor. İyiyiz yani, kafamız da
rahat. Ben dördüncü biradayken parkın karanlığından daha karanlık bir şeyin sol
tarafımızdan geçip yan banka oturduğunu hissettim. Birden tüylerim ürperdi,
aldığım bira yudumu boğazımda kaldı yutamadım. Başımı çevirip dikkatli
baktığımda Hocayı gördüm. Banka oturmuş sigara içiyordu. Sigaradan aldığı her
nefeste sigaranın ateşi parlıyor, siyah gözlerini aydınlatıyordu. Gözlerimi
kısıp iyice baktım. Gerçekten de karanlıkla bütünleşmiş haldeydi. Dikkatlice
bakmasan sanki hocanın orada oturduğunu asla fark edemeyecekmişsin gibi. O
karanlık sanki hocayı yutmuş, hoca karanlığın bir parçası olmuş gibi.
Başımı çocuklara çevirdim herkeste aynı gerginlik. Hepsi
Hocaya bakıyor. O anda Hoca da başını bize çevirdi. Herkes, üzerine silah
doğrultulmuş gibi kasıldı. Ölüm sessizliği dedikleri şeyi o an yaşamıştık.
Birinin bu sessizliği bölüp hepimizin hayatını kurtarması gerekiyordu.
“Oğlum ne öcü görmüş gibi bakıyorsunuz ? Gelin yanıma sohbet
edelim.” Dedikten sonra yüzüne kocaman, babacan bir gülüş oturmuştu Hocanın.
Hepimizin vücutları bir anda çözülmüş, derin bir nefes alıp alkolün de
etkisiyle güle oynaya Hocanın yanına gittik. Halimizi hatırımızı, üniversiteye
hazırlığın nasıl gittiğini sordu. Ders çalışma konusunda güzel öğütler verdi.
Ya da her zamanki klişe öğretmen tavsiyelerindendi ama belki de alkollü olduğum
için güzel gelmişti.
Biz kalan
biralarımızı da bitirmiştik. Kafamız da hayli yüksekti. Bundan cesaret alarak
ben daldım lafa “ya hocam yanlış anlamazsanız biz arkadaşlarla sizin hakkınızda
bir şeyi çok merak ediyoruz.” Dedim. Ne soracağımı tahmin ettiğini belli eden
bir gülüşle “buyur abicim.” Dedi. “Sizin derviş olayı doğru mu hocam ? Yani her
şeyi bırakmanız onun gözlerine bir kere bakmanızla mı oldu ?” dedim. Yine
tebessüm ederek “evet.” Dedi. Merakım iyice artmıştı. Normalde böyle sorular
kat-i surette sorulmazdı, ayıptı ama kafam güzeldi. Biraz daha yüzsüzleşip
merak duyguma da yenilerek “o gözlerde ne gördünüz hocam ?” dedim. Çocuklar
nefes bile almadan Hocanın iki dudağının arasına bakıyordu. Biraz durdu, lafa
nerden başlasam diye düşünüyormuş gibi bir hali vardı. Boğazını temizleyerek
“açıkçası orada sizin aklınızdan geçirdiğiniz uhrevi, kutsal ya da dinle
alakalı bir şey görmedim. Dervişin bakışlarında bir olay yoktu; bir çift insan
gözüydü sadece. Ben o gözlerde kendimi gördüm. Bir insan, kendisinin içinden
çıkıp kendisine kolay kolay bakamaz. Bunu yapmak için bir kırılma anına, bir
düşüşe ihtiyaç duyar. Ben o an o kırılma noktasını yaşadım. Kendimi tüm
çıplaklığımla dışarıdan gördüm. Ve vücudumu korkunç bir utanç duygusu kapladı.
Öyle bir utanç ki titremeye, sarsılmaya başladım. Hatta bir ara bayılır gibi
oldum. Yani insan arada kendi içinden çıkıp kendine bir de öyle bakmalı. Lütfen
kardeşlerim bunu yapmak için benim gibi bir kırılma noktası beklemeyin. Size en
büyük öğüdüm budur.” Dedi. Sözlerini bitirdiğinde sanki hepimiz bir ilizyondan
uyanmış gibi olduk. Alkolün tesirini hissetmiyordum. Öyle etkileyici konuşmuştu
ki şakaklarım ağırlaşmıştı sanki. Sonra ayağa kalktı hepimize iyi geceler
dileyerek evinin sokağına doğru yürüdü.
Herkes bilsin: Bu mahalleden avaz avaz sessizliği ile bir Tarih
Hocası geçti. Bu anlattıklarım onun sessizliğiydi.
Kabil