Hep takıldığım mekandaki her zaman oturduğum masadayım.
Çevremde de her zamanki insanlar. Mekanın müdavimleri; yan kesiciler,
gaspçılar, hırsızlar… Ilınmaya yüz tutmuş biramdan büyük bir yudum alıp boşalan
bardağı havaya kaldırarak garsona tazelemesini işaret ediyorum. Her şey
rutininde seyrederken o takılıyor gözüme. Farklı bir yüz. Mekanın
müdavimlerinden değil. Hemen sağ çaprazımdaki masada benim gibi tek başına
oturuyor. Yüzündeki kırışıklıklar yaşlı olduğuna delalet ama bakışlarındaki o
alev bu yaşlanmış bedeni inkar eder nitelikte. Dışarıdan bakıldığında değişik
bir mizacı vardı. Kederli mi sevinçli mi anlamak pek mümkün değildi. Merakım
iyice artmıştı ki gözlerini bana çevirdi. Bir anda panikledim, yaptığımın bir suç
olduğu hissine kapıldıktan sonra durumu kurtarmak için hafifçe başımı öne eğip
onu selamladım. Bu hareketime 3-4 saniye tepki vermedi. Sonra o da hafifçe
başını öne eğip beni selamladı. Tam da bu hareketi bekliyordum işte. Garsonu
çağırıp eline bir dal sigara tutuşturdum. (birahane adetidir) Garson aracılığı
ile dayıyı masama buyur ettim. Garsonun “buyur” davetinden sonra bakışlarını
bana çevirdi, baştan aşağı beni süzdükten sonra birasını alıp masa ağır
adımlarla yaklaştı:
- Selamın aleykum genç
-Aleykum esselam dayı buyur.
Karşımdaki sandalyeye oturdu. Bakışlarını bir süre etrafta
gezdirdikten sonra bana döndü:
-Adın nedir genç.
-Kabil dayı, seninkisi ?
-Boş ver be genç nabıcan adımı ?
-Haklısın dayı siktir et.
Bir süre daha suskun kalıp biralarımızı yudumladık. Nerden
konuya girsem de şu karşımda oturan yaşlı adamla muhabbet edip onun hikayesini
öğrensem diye düşünürken sanki düşüncelerimi okumuşçasına bodozlama lafa girip
anlatmaya başladı:
-Ben işportacıyım genç. 21 senemi bir tezgah başında
geçirdim. 21 sene; koca bir ömür eder. Koca bir şehrin yaşlandığını gördüm.
Koca bir şehrin saçları döküldü gözlerimin önünde; kestiler bütün ağaçlarını.
Beton oldu dört yanım, kocaman bir hapishanenin müebbetle mükellef bir mahkumu
gibi hissettiriyor kendimi bu binalar. Ben 21 sene hep izledim genç, bu şehirle
beraber yaşlandım. Bak bana kaç gösteriyorum ?
İçimden “60 falan” diye geçirirken cevap vermeme müsaade etmeden
söze koyuldu tekrar:
-Ben 49 yaşındayım lan(!) Evet 49, bakma öyle genç. Ne
bekliyordun ? 21 sene, bir tezgah, çılgına dönmüş insanlar ve harap olan bir şehir.
Delirmediğime şükrediyorum. Neyse ne diyordum ben ? Hı evet hep izledim genç.
Nerden nereye nasıl ve neden geldiğimizi izledim hep. Dışardan bakıldığında çok
sıkıcı değil mi ? Öyle değil işte. Tezgahımın bulunduğu sokakta bir çiçeğin
yaprağını koparsınlar, içim acır benim. Sokağın köpeğine hoşt desinler gözüm
döner. Yerine çöp atsınlar yüreğim acır. Hepsini çektim sineye; çiçeği tekrar
ektim, köpeğin başını sıvazladım, çöpü yerden aldım. Kimseye sitem etmedim.
Sonra ne oldu biliyor musun ? Sokağın başındaki kepçeyi gördüm. Ardından
zabıtalar. “Yıkacağız” dedi, “dönüşüm” dedi, “kent” dedi, zırvaladı bir şeyler.
“Al voltanı, tezgahını başına yıkmayalım” dedi.
Soluksuz dinliyordum. Sohbet, sonu ne olacağı belli olmayan
freni patlak bir kamyon gibi ilerliyordu:
-Sonra bir usturayı çıkardığımı hatırlıyorum bir de buraya
geldiğimi. Korkma genç sakin ol. Muhtemelen birazdan polisler gelir alır beni.
21 yıldır alkol sürmüyordum ağzıma, son kez tadına bakayım dedim bu meretin.
Bunun da içine sıçmışlar, basmışlar şekeri. Şeker katılmış bira olur mu genç ?
Olmaz. Öyle işte genç, 21 yıl sabırla direndim bu sonu gelmez aymazlığa ama
sonunda teslim oldum. Gücüm buraya kadar yetti.
Sözünü bitirdi birasından bir yudum alıp pencereden dışarı
baktı. Bense yerime çakılmış duyduklarımı idrak etmeye çalışıyordum. Tam cevap
vermeye yelteniyordum ki 2 polis memuru mekandan içeri girdi. Bakışlarını
onlara çevirdi son bir yudum alıp “haydi selametle genç Allah kurtarsın” deyip
memurlara teslim oldu.
Eve geldim, yarı sarhoş bir halde yatağa uzanıp dayının
söylediği o son 2 kelimeyi düşünmeye başladım. Sanırım şimdi daha iyi anlıyorum
ne demek istediğini. O elinden geleni yapmış selamete ermişti. Kurtarılması
gerekenler bizlerdik; bu cinnet geçiren şehirde.