Gelen çığlıklarla beraber irkilerek yatakta doğruldum.
Çığlıkların kaynağı üst kattı. Yataktan kalkıp daire kapısına yöneldim. Odamdan
çıktığımda annemle burun buruna geldik, o da seslere uyanmış: “Mahir adisi yine
başladı. Öldürecek bir gün o masumları.” Dedi. “Mahir amca hastanede
nöbetteydi, üstteki başka biri olmasın ?” dedim endişeden gözlerim kocaman
açılmış bir şekilde. Annem telaşlanır gibi oldu sonra gözlerini kısıp beni ince
ince süzdü: “Mahir’den başka kim olacak Kabil, saçma sapan konuşma. Belli ki
dayanamamış kaçmış nöbetten.” 1-2 saniye duraksadıktan sonra “Ayrıca senin
hastanede ne bok işin vardı da Mahir’in nöbette olduğunu biliyorsun ?” dedi.
Akşam olanları anlatmaya takatim olmadığı için hemen konuyu değiştirip “Anne
herif birazdan karısıyla çocuğunu öldürecek sen hala benden hesap soruyorsun.
Hadi polisi ara çabuk!” dedikten sonra annem telefona ben de üst kata koştum.
Kapılarına geldiğimde Mahir amcanın bağırışlarını duydum: “Amına koyduğumun
tavukları sizi! Ağlama lan çeneni kırarım yoksa!” Eşi ve kızının ağlama sesleri
çığlıklarına karışıyordu. Telaştan elim ayağıma karışıyor ne yapacağımı
bilmiyordum. En azından polisler gelene kadar Mahir amcayı oyalamalıydım.
Kapıya yüklenip kırmaya çalıştım olmadı. “Mahir amca sakin
ol! Gel bak aşağı inelim anlatırsın bana ne olduğunu, sakinleşirsin birer
sigara içeriz!” diye bağırarak seslenmeye çalıştım içeri. Dediklerimi duymuş
olmalı ki: “Siktirin lan! Siz de tavuksunuz hepinizi geberticem!” diye bağırdı.
Adamın tavuklarla ne alıp veremediği var anlamış değildim.
Tam kapıya tekme atmak için gerildiğimde bir el hissettim
omzumda. Tabikide babam olacak gereksiz uyanmış ve yanımda bitmişti. “İn lan
aşağı! Kime ne ispat etmeye çalışıyon lan gerizekalı. Annen aramış polisleri birazdan
gelirler. Bir de kapılarını kırıp başıma kapı parası mı çıkaracaksın ?” dedi.
Bu dünyada fazlalık olan biri varsa o ben değil babamdı. Babamın dediklerinden
sonra artık bundan çok net emindim. “Yok” dedim, “Senin iyiliğini düşünüyorum
aslında. Yardım edeyim ki, zamanı geldiğinde seni öldürürken Mahir amcanın
karısı ve kızı da senin yardımına koşsunlar.” Tam üstüme saldıracaktı
polislerin telsiz sesleri yankılandı apartmanda.
Polisler gelince geri dönüp içeri girdik. Annem daire
kapısına kulağını dayamış olan biteni anlamaya çalışıyordu. Sonra birden yüzü
asıldı. Bana dönerek “Karısı, polislere şikayetçi olmadığını söyledi. Zaten biz
neden yardım etmeye çalışıyoruz ki ? Neyse hadi yatalım artık saat çok geç
oldu.” Dedi.
Hep aynı terane; Gecenin bir vakti Mahir amcanın dayak
seslerine uyanırız, polisi çağır, eşi şikayetçi olmadığını söylesin, polisler
geri dönsün, biz de yatalım. Muhtemelen ertesi gün de Mahir amcayla eşi hiçbir
şey olmamış gibi el ele alışverişe giderler. İnsan oğlu gerçekten çok garip
varlık. Nerde ona kötülük yapan biri varsa gidip onun yanında biter. Celladına
aşık olur. Kendi ölümünü kendisine meşrulaştırır. Bu durum galiba doğamızda
var. Karşı koyamadığımız bir güdü gibi bir şey.
Bu düşünceler içinde kaybolurken uyuyakalmışım. Çok uzun bir
geceydi. Ertesi gün öğlene kadar uyumuşum. Uyandığımda saat üçü geçiyordu.
Mutfağa girdiğimde önce duvardaki fotoğrafa sonra da taze fasulyeleri ayıklayan
anneme baktım. “Hazırlarım şimdi bir şeyler.” Dedi. Masaya oturup annemin
kahvaltılıkları buzdolabından çıkarmasını izledim. Büyük bir dikkatle annemin
gözlerine baktım. İçimi bir acıma duygusu kapladı. Gözlerinin içinde tek bir
ışıltı yoktu, ölümcül bir duygusuzluk hakimdi sanki. Yana yana eriyen birer mum
gibiydi gözleri. Babamla beraber, hayatını sömürmüştük. Kendi hayatımı boktan
bulurken anneminkine baktığımda içimi cayır cayır yakan bir dehşetin içine
düşmüştüm. Neden bizi bırakıp gitmediğini sormak istiyordum, neden kendine bu
eziyeti yaptığını.
“Dayına görün bugün, şu evrakları ver de çabuk hallolsun
işin, bir an önce başla.” Dedi. “Tamamdır hallederim.” Dedim, üstümdeki
kesiklerle nasıl hemen işe başlayacağımı düşünerek.
Kahvaltımı ettikten sonra dışarı çıkıp dayımı aradım. Köhne
bir kıraathanede buluştuk. “Napıyon lan teke ? Kaldırabilicenni fabrikanın
işini ?” , “Orası sıkıntı değil, rahat ol. Sıkıntı bende” deyip hafiften
tişörtümü kaldırdım. Karnımdaki derin kesiği gösterdikten sonra “Dün akşam ufak
bir tatsızlık oldu. Sen şimdi beni 1 hafta idare et, anneme çaktırma durumu,
kesikler biraz geçsin başlarım hemen.” Dedim. Dayım beni bilir. “Tamam, sıkıntı
değil. Kendini iyi hissettiğinde ara beni hemen başlarsın.” Dedikten sonra
kalktık.
Yavaş yavaş karanlık çökmeye başlamıştı. 1-2 tanıdıkla
görüşüp muhabbet ettikten sonra telefonum çaldı. Arayan Selçuk’tu “Napıyon
Katilim civanım ?” , “Uzun etme lan nerdesin ?” , “Akmaz Mahallesi’ndeyim,
çınarın orda, gel.” , “Tamam 10 dakikaya ordayım.” Dedim.
İlçenin görkemli çınar ağacının oraya yaklaştığımda
Selçuk’un orda beni beklediğini gördüm. Yanına gidip “Napıyon biraderim” dedim.
“İyiyim seni bekliyorum napiyim. Hadi Kolsuzun mekana doğru uzayalım.” Dedi.
Yavaş adımlarla Mahmut abinin mekana doğru ilerliyorduk. Mahmut abi gençliğinde
çok kumar oynarmış, öyle oynarmış ki bir zaman her şeyini kaybetmiş. O ara yine
kumara gitmiş, bir gelmiş kolu yok. O zaman bu zamandır Mahmut abinin lakabı
Kolsuz. Kolunu kumarda bahis yapıp kaybetti, o gün de tövbe etti derler.
Mekana vardığımızda Mahmut abi bizi yüzünde kocaman bir
gülümseme ile karşıladı “Ooo gençler hoş geldiniz. Vay Kabil’im hoş geldin ne
zaman geldin ? Dersler nasıl gidiyor, yoktur bi sıkıntı inşallah ?” , “Hoş
bulduk Mahmut abi. Dün geldim. Dersler de iyi yok bir sıkıntı abi.” Dedim güler
bir yüzle. Masaya oturup demlenmeye başladık. İçtiğim her yudumda daha iyi
hissetmeye başladım.
Mekan iyice sessizleşmiş, bütün müşteriler gitmişti.
Selçuk’la, Mahmut abi hakkında anlatılan efsaneleri konuşmaya başladık. Mamut
abi, tövbe ettikten sonra çok iyi zar atmaya başlamış ama hiçbir zaman kumara
dönmemiş derler. Hatta bu konu hakkında türlü efsaneler uydurulmuştur. Alkolün
de verdiği cesaret ile “Mahmut abi! Bi zar atsan olur mu be ?” diye patavatsız
bir soru yöneltmiştim. “Olmaz be Kabil’im tövbe ettik.” Dedi yüzünden hiç eksik
olmayan o gülüşü ile. Selçuk’la birbirimize baktık; Anlatılan efsaneleri
gözümüzle görmek istiyorduk. Israr kıyamet sonunda Mahmut abi “Tamam lan sizin
için atacağım. Ama kimseye söylemeyeceksiniz söz verin.” Demesi ile masadan
kalkıp onun yanına yaklaştık. Kasanın çekmecesinden çıkardığı bir çift zarı
göstererek “3 hakkınız var. Söyleyin hangi zarları atayım ?” dedi. Selçuk lafa
atılıp “Dört altı at abi” dedi. Mahmut abi zarları elinde iyice salladıktan
sonra masaya attı. Zarlara baktık, dört altı. Hiç şaşırmadım, “kolunu kumarda
kaybetmiş bir adam tabikide zar tutmayı biliyordur.” Diye içimden geçirdikten
sonra “Bir beş at abi.” Dedim. Mahmut abi zarları uzun uzun salladıktan sonra
masaya değil de yere attı. Zarlar diğer masanın ucuna kadar zıplaya zıplaya
yuvarlandı. “Gidin bakın bakalım kaç kaç gelmiş ?” dedi. Selçuk’la zarlara
baktığımızda, gerçekten de söylediğim rakamlar gelmişti. İçimi inceden bir
ürperti aldı. Selçuk’a döndüm, aynı ürperti onun yüzünde de vardı. “Gençler
üçüncü hakkınızı da söyleyin de bitsin bu zar mevzusu.” Dedi Mahmut abi. Bunun
üzerine Selçuk “Tamam abi, dört üç at kapansın bu muhabbet.” Dedi. Mahmut abi
zarları eline alıp uzun uzun salladıktan sonra karşısındaki duvara fırlattı,
duvardan seken zarlar yere düştükten sonra yuvarlanarak az ilerimizdeki
sandalyenin orada durdu. “Bi bakıverin gençler.” Dedi Mahmut abi. Zarları görünce
ikimizin de yüzü kireç gibi oldu. Bayağı bayağı tedirgin olmaya başladık. Yüz
ifademizden korktuğumuzu anlayan Mahmut abi kalender bir gülüş atıp “Eee siz
kaşındınız gençler.” Dedi. Yüzü yavaş yavaş ciddileştikten sonra “Kumarda
kazanmanın tek yolu hiç oynamamaktır. Bu sözümü asla unutmayın.” Selçuk’la birbirimize baktıktan sonra başımızı
eyvallah anlamında öne eğip usulca masamıza oturup içmeye devam ettik.
Son dubleleri içerken iyice sarhoş olmuştum. Hayatımın
gidişatını düşündüm. Bu boktan hayatta hala devam edebilmemin tek sebebi,
hayatımın aslında boktan olmadığını, güzel günlerin beni beklediğini kendime
ispat etmeye çalışmaktı. Kendime söylediğim teselli tadınki yalanların büyüsü
artık kaçıyor, gerçekler bütün gücüyle beni oradan oraya savuruyordu. Bir anda
ayağa kalktım, başım çok fena dönüyordu.
“Noluyo lan bir anda ne fırladın öyle ayağa ?” dedi Selçuk. “Bir şey yok
tuvalete gideceğim biraz sıkıştım.” dedim. Lavaboya girdiğimde uzun uzun aynaya
baktım. Yaşadığım her anı ıstırap dolu bu yaşamın son demindeydim. Arka
cebimdeki jileti çıkarıp son kez aynaya baktım. Artık acil çıkış kapısını
kullanmanın vakti gelmişti.
Bileklerimden kanlar akarken her yer kararmaya başlamıştı.
Titriyordum ama üşümüyordum. Sonra karanlıkta ufak bir aydınlık belirdi.
Kardeşimi gördüm, elini uzatıyordu. “Götür beni buralardan” dedim elini
kavrayarak “Burada her şey çok boktan.”
Kabil