18 Kasım 2016 Cuma

Acil Çıkış Kapısı



Gelen çığlıklarla beraber irkilerek yatakta doğruldum. Çığlıkların kaynağı üst kattı. Yataktan kalkıp daire kapısına yöneldim. Odamdan çıktığımda annemle burun buruna geldik, o da seslere uyanmış: “Mahir adisi yine başladı. Öldürecek bir gün o masumları.” Dedi. “Mahir amca hastanede nöbetteydi, üstteki başka biri olmasın ?” dedim endişeden gözlerim kocaman açılmış bir şekilde. Annem telaşlanır gibi oldu sonra gözlerini kısıp beni ince ince süzdü: “Mahir’den başka kim olacak Kabil, saçma sapan konuşma. Belli ki dayanamamış kaçmış nöbetten.” 1-2 saniye duraksadıktan sonra “Ayrıca senin hastanede ne bok işin vardı da Mahir’in nöbette olduğunu biliyorsun ?” dedi. Akşam olanları anlatmaya takatim olmadığı için hemen konuyu değiştirip “Anne herif birazdan karısıyla çocuğunu öldürecek sen hala benden hesap soruyorsun. Hadi polisi ara çabuk!” dedikten sonra annem telefona ben de üst kata koştum. Kapılarına geldiğimde Mahir amcanın bağırışlarını duydum: “Amına koyduğumun tavukları sizi! Ağlama lan çeneni kırarım yoksa!” Eşi ve kızının ağlama sesleri çığlıklarına karışıyordu. Telaştan elim ayağıma karışıyor ne yapacağımı bilmiyordum. En azından polisler gelene kadar Mahir amcayı oyalamalıydım.

Kapıya yüklenip kırmaya çalıştım olmadı. “Mahir amca sakin ol! Gel bak aşağı inelim anlatırsın bana ne olduğunu, sakinleşirsin birer sigara içeriz!” diye bağırarak seslenmeye çalıştım içeri. Dediklerimi duymuş olmalı ki: “Siktirin lan! Siz de tavuksunuz hepinizi geberticem!” diye bağırdı. Adamın tavuklarla ne alıp veremediği var anlamış değildim.

Tam kapıya tekme atmak için gerildiğimde bir el hissettim omzumda. Tabikide babam olacak gereksiz uyanmış ve yanımda bitmişti. “İn lan aşağı! Kime ne ispat etmeye çalışıyon lan gerizekalı. Annen aramış polisleri birazdan gelirler. Bir de kapılarını kırıp başıma kapı parası mı çıkaracaksın ?” dedi. Bu dünyada fazlalık olan biri varsa o ben değil babamdı. Babamın dediklerinden sonra artık bundan çok net emindim. “Yok” dedim, “Senin iyiliğini düşünüyorum aslında. Yardım edeyim ki, zamanı geldiğinde seni öldürürken Mahir amcanın karısı ve kızı da senin yardımına koşsunlar.” Tam üstüme saldıracaktı polislerin telsiz sesleri yankılandı apartmanda. 

Polisler gelince geri dönüp içeri girdik. Annem daire kapısına kulağını dayamış olan biteni anlamaya çalışıyordu. Sonra birden yüzü asıldı. Bana dönerek “Karısı, polislere şikayetçi olmadığını söyledi. Zaten biz neden yardım etmeye çalışıyoruz ki ? Neyse hadi yatalım artık saat çok geç oldu.” Dedi.
Hep aynı terane; Gecenin bir vakti Mahir amcanın dayak seslerine uyanırız, polisi çağır, eşi şikayetçi olmadığını söylesin, polisler geri dönsün, biz de yatalım. Muhtemelen ertesi gün de Mahir amcayla eşi hiçbir şey olmamış gibi el ele alışverişe giderler. İnsan oğlu gerçekten çok garip varlık. Nerde ona kötülük yapan biri varsa gidip onun yanında biter. Celladına aşık olur. Kendi ölümünü kendisine meşrulaştırır. Bu durum galiba doğamızda var. Karşı koyamadığımız bir güdü gibi bir şey.

Bu düşünceler içinde kaybolurken uyuyakalmışım. Çok uzun bir geceydi. Ertesi gün öğlene kadar uyumuşum. Uyandığımda saat üçü geçiyordu. Mutfağa girdiğimde önce duvardaki fotoğrafa sonra da taze fasulyeleri ayıklayan anneme baktım. “Hazırlarım şimdi bir şeyler.” Dedi. Masaya oturup annemin kahvaltılıkları buzdolabından çıkarmasını izledim. Büyük bir dikkatle annemin gözlerine baktım. İçimi bir acıma duygusu kapladı. Gözlerinin içinde tek bir ışıltı yoktu, ölümcül bir duygusuzluk hakimdi sanki. Yana yana eriyen birer mum gibiydi gözleri. Babamla beraber, hayatını sömürmüştük. Kendi hayatımı boktan bulurken anneminkine baktığımda içimi cayır cayır yakan bir dehşetin içine düşmüştüm. Neden bizi bırakıp gitmediğini sormak istiyordum, neden kendine bu eziyeti yaptığını.

“Dayına görün bugün, şu evrakları ver de çabuk hallolsun işin, bir an önce başla.” Dedi. “Tamamdır hallederim.” Dedim, üstümdeki kesiklerle nasıl hemen işe başlayacağımı düşünerek.
Kahvaltımı ettikten sonra dışarı çıkıp dayımı aradım. Köhne bir kıraathanede buluştuk. “Napıyon lan teke ? Kaldırabilicenni fabrikanın işini ?” , “Orası sıkıntı değil, rahat ol. Sıkıntı bende” deyip hafiften tişörtümü kaldırdım. Karnımdaki derin kesiği gösterdikten sonra “Dün akşam ufak bir tatsızlık oldu. Sen şimdi beni 1 hafta idare et, anneme çaktırma durumu, kesikler biraz geçsin başlarım hemen.” Dedim. Dayım beni bilir. “Tamam, sıkıntı değil. Kendini iyi hissettiğinde ara beni hemen başlarsın.” Dedikten sonra kalktık. 

Yavaş yavaş karanlık çökmeye başlamıştı. 1-2 tanıdıkla görüşüp muhabbet ettikten sonra telefonum çaldı. Arayan Selçuk’tu “Napıyon Katilim civanım ?” , “Uzun etme lan nerdesin ?” , “Akmaz Mahallesi’ndeyim, çınarın orda, gel.” , “Tamam 10 dakikaya ordayım.” Dedim.
İlçenin görkemli çınar ağacının oraya yaklaştığımda Selçuk’un orda beni beklediğini gördüm. Yanına gidip “Napıyon biraderim” dedim. “İyiyim seni bekliyorum napiyim. Hadi Kolsuzun mekana doğru uzayalım.” Dedi. Yavaş adımlarla Mahmut abinin mekana doğru ilerliyorduk. Mahmut abi gençliğinde çok kumar oynarmış, öyle oynarmış ki bir zaman her şeyini kaybetmiş. O ara yine kumara gitmiş, bir gelmiş kolu yok. O zaman bu zamandır Mahmut abinin lakabı Kolsuz. Kolunu kumarda bahis yapıp kaybetti, o gün de tövbe etti derler.

Mekana vardığımızda Mahmut abi bizi yüzünde kocaman bir gülümseme ile karşıladı “Ooo gençler hoş geldiniz. Vay Kabil’im hoş geldin ne zaman geldin ? Dersler nasıl gidiyor, yoktur bi sıkıntı inşallah ?” , “Hoş bulduk Mahmut abi. Dün geldim. Dersler de iyi yok bir sıkıntı abi.” Dedim güler bir yüzle. Masaya oturup demlenmeye başladık. İçtiğim her yudumda daha iyi hissetmeye başladım.
Mekan iyice sessizleşmiş, bütün müşteriler gitmişti. Selçuk’la, Mahmut abi hakkında anlatılan efsaneleri konuşmaya başladık. Mamut abi, tövbe ettikten sonra çok iyi zar atmaya başlamış ama hiçbir zaman kumara dönmemiş derler. Hatta bu konu hakkında türlü efsaneler uydurulmuştur. Alkolün de verdiği cesaret ile “Mahmut abi! Bi zar atsan olur mu be ?” diye patavatsız bir soru yöneltmiştim. “Olmaz be Kabil’im tövbe ettik.” Dedi yüzünden hiç eksik olmayan o gülüşü ile. Selçuk’la birbirimize baktık; Anlatılan efsaneleri gözümüzle görmek istiyorduk. Israr kıyamet sonunda Mahmut abi “Tamam lan sizin için atacağım. Ama kimseye söylemeyeceksiniz söz verin.” Demesi ile masadan kalkıp onun yanına yaklaştık. Kasanın çekmecesinden çıkardığı bir çift zarı göstererek “3 hakkınız var. Söyleyin hangi zarları atayım ?” dedi. Selçuk lafa atılıp “Dört altı at abi” dedi. Mahmut abi zarları elinde iyice salladıktan sonra masaya attı. Zarlara baktık, dört altı. Hiç şaşırmadım, “kolunu kumarda kaybetmiş bir adam tabikide zar tutmayı biliyordur.” Diye içimden geçirdikten sonra “Bir beş at abi.” Dedim. Mahmut abi zarları uzun uzun salladıktan sonra masaya değil de yere attı. Zarlar diğer masanın ucuna kadar zıplaya zıplaya yuvarlandı. “Gidin bakın bakalım kaç kaç gelmiş ?” dedi. Selçuk’la zarlara baktığımızda, gerçekten de söylediğim rakamlar gelmişti. İçimi inceden bir ürperti aldı. Selçuk’a döndüm, aynı ürperti onun yüzünde de vardı. “Gençler üçüncü hakkınızı da söyleyin de bitsin bu zar mevzusu.” Dedi Mahmut abi. Bunun üzerine Selçuk “Tamam abi, dört üç at kapansın bu muhabbet.” Dedi. Mahmut abi zarları eline alıp uzun uzun salladıktan sonra karşısındaki duvara fırlattı, duvardan seken zarlar yere düştükten sonra yuvarlanarak az ilerimizdeki sandalyenin orada durdu. “Bi bakıverin gençler.” Dedi Mahmut abi. Zarları görünce ikimizin de yüzü kireç gibi oldu. Bayağı bayağı tedirgin olmaya başladık. Yüz ifademizden korktuğumuzu anlayan Mahmut abi kalender bir gülüş atıp “Eee siz kaşındınız gençler.” Dedi. Yüzü yavaş yavaş ciddileştikten sonra “Kumarda kazanmanın tek yolu hiç oynamamaktır. Bu sözümü asla unutmayın.”  Selçuk’la birbirimize baktıktan sonra başımızı eyvallah anlamında öne eğip usulca masamıza oturup içmeye devam ettik.

Son dubleleri içerken iyice sarhoş olmuştum. Hayatımın gidişatını düşündüm. Bu boktan hayatta hala devam edebilmemin tek sebebi, hayatımın aslında boktan olmadığını, güzel günlerin beni beklediğini kendime ispat etmeye çalışmaktı. Kendime söylediğim teselli tadınki yalanların büyüsü artık kaçıyor, gerçekler bütün gücüyle beni oradan oraya savuruyordu. Bir anda ayağa kalktım, başım çok fena  dönüyordu. “Noluyo lan bir anda ne fırladın öyle ayağa ?” dedi Selçuk. “Bir şey yok tuvalete gideceğim biraz sıkıştım.” dedim. Lavaboya girdiğimde uzun uzun aynaya baktım. Yaşadığım her anı ıstırap dolu bu yaşamın son demindeydim. Arka cebimdeki jileti çıkarıp son kez aynaya baktım. Artık acil çıkış kapısını kullanmanın vakti gelmişti. 

Bileklerimden kanlar akarken her yer kararmaya başlamıştı. Titriyordum ama üşümüyordum. Sonra karanlıkta ufak bir aydınlık belirdi. Kardeşimi gördüm, elini uzatıyordu. “Götür beni buralardan” dedim elini kavrayarak “Burada her şey çok boktan.”
                                                                                                           
                                                                                                                                           Kabil

7 Kasım 2016 Pazartesi

Fazlalık



Selçuk’a “Ne oldu lan” dedim. “Ne oldu böyle bana ? Her yerim kan içinde ?” Selçuk sinirli gözlerle bana bakıyordu. “Ne olacak lan gerizekalı, yine paparozu fazla kaçırdın. Kafan yükselince de başladın babamı keseceğim demeye. Eve gitmeye kalktın tuttuk. Bu sefer de cebinden kelebeği çıkarıp başladın kendini kesmeye. Elinden bıçağı alana kadar her yerini kestin zaten.” Selçuk’un sözlerini bitirmesiyle kesikler de acısını hissettirmeye başlamıştı. Tişörtümü kaldırdığımda karnımın üstüne attığım kesiğin hayli derin olduğunu ve deli gibi kanadığını fark ettiğimde kaygılanmaya başladım.  Selçuk kaygılandığımı anlamış olacak ki “Merak etme çocuklar araba bulmaya gitti gelirler birazdan. Hemen gideriz hastaneye.” dedi. Sonra bir anda yeniden parlayıp: “Nah sana bundan sonra paparoz! Başlayacağım babana da sana da. Ulan başımıza kalcan bir gün. Yaramadığını biliyorsun neden o kadar içiyorsun oğlum ? Ben de efkarlısın diye bir şey demedim. Kafama sokayım keşke meşaleyi alsaydım elinden!” dedi. Haklıydı bir şey diyemiyordum. Mahçup gözlerle, Selçuk’un sinirden parktaki direklere asılı çöp tenekelerini tekmelemesini izledim.

Hastaneye vardığımızda acildeki doktor kanlar içinde olduğumu görünce telaşla Selçuklara nasıl bu hale geldiğimi sordu. Selçuk olay adli vakaya düşmesin, polisle, ifadeyle falan uğraşmayalım diye “Ufak bir kaza. Bıçakla oynarken kendini kesti” dedi. Doktorun endişe dolu bakışları bir anda hissizleşti. Bana dönüp “Doğru mu bu ?” gibisinden baktı, ben de başımı sallayıp onayladım. Sanki kendini kesen insanların sağlık hizmetlerinden faydalanmaya hakkı yokmuş gibi: “Nöbetçi hemşireye söyleyin gelsin dikiş atsın. Bir boku yok bunun.” Dedi yanındaki görevliye. 

Sedyenin üzerinde hemşirenin gelmesini bekliyor bir yandan da kendime küfür ediyordum. Bok vardı da geldim şu şehre. Ulan her yerim kesik içinde bu şekilde fabrikaya da hemen başlayamam. Nerden baksan 1-2 hafta yatarım olur. Kafama sikeyim. Derken hemşire girdi içeri. Hassiktir üst kat komşumuz, ilçenin sünnetçisi Mahir Amca bu. İlçede zaten toplam 2 tane sünnetçi vardı. Biri de buydu. Mahir Amca ayrıyeten devlet memuruydu. Hastanede hemşirlik yapıyordu ve şansımın içine tüküreyim herifin nöbet gününe denk gelmiştim. Şaşkın gözlerle beni süzdükten sonra “Kabil, ne oldu ? Bu halin ne böyle ?” dedi.  “Yok bir şey Mahir amca, ufak bir kaza oldu.” Daha fazla soru sorup üstelemedi. Bunu benim yaptığımı az çok tahmin ediyordu. zaten. Mahir Amca dikişlerimi tamamladıktan sonra kulağıma eğilip “Bak, doktor senden iyice işkillenmeye başladı. Bir daha bu şekilde hastaneye düşersen uyuşturucu testine tabi tutulacaksın. Sus! Bana içmiyorum zırvaları çekmeye kalkma! Sözümü dinle hayatını kaydırma. Bu sana son uyarım, şimdi siktir ol eve git kendine çeki düzen ver!” derken alnından boncuk boncuk terler süzülüyordu. Krizin eşiğindeydi. Çünkü alkoliğin tekiydi. Neredeyse her akşam karısı ve kızını döverdi. Ayrıca “Görev başında alkollü olmak.”tan 2 kere hakkında kamu soruşturması açılmıştı. İkisinden de rahat sıyrıldı çünkü ilçenin hatırı sayılır savıcısı Serdar Pozantı rakı masasından samimi dostuydu. Bu sebepler yüzünden Mahir Amcanın uyarıları zerre samimi gelmiyordu. Bir an önce dediklerini geçiştirip hastaneden çıkmak için başımı sallayıp dediklerini onayladım.

Hastaneden çıkıp eve geldiğimde saat hayli geç olmuş, evdekiler çoktan uykuya dalmıştı. Üstümü değiştirip balkona çıktım. Paketimi yokladım sigaram bitmişti. Babam olacak gereksizin paketinden bir tane sigara çalıp yaktım. Sigarayı içerken gözüm uzaklara daldı. Başka hayatları düşündüm, çok uzaklarda mutlu yaşayan insanları. En son ne zaman mutlu hissettiğimi hatırlamaya çalıştım, zor geldi bıraktım. Dünyada 7 milyar insan var ama tek fazlalık benim. Sürekli “Bıkmış, usanmış, hayal kırıklıklarıyla dolu” bakışların tacizinde geçen bunca yılın verdiği tek his buydu: Kendini fazlalık görmek. Bunun manası gereksizliğe çıkıyordu. Fazlalık olan her şey aynı zamanda gereksizdir ve gereksiz şeylerden kurtulmak çoğu zaman mecburi bir eylemdir. O yüzden intihar düşüncesi bende asla kötü şeyler uyandırmazdı. O, son kaçış yolu, acil çıkış kapısıydı. Olur da tamamen boka batarsam o, beni şefkatli kollarının arasına alıp buralardan götürecek son şeydi. 

Sigaranın külünün ağzımı yakmasıyla irkildim. Farkında olmadan pamuğuna kadar içmişim. İzmariti balkondaki kül tabağına bastım usulca. İçeri girip yatağıma uzandım. Uykuya dalar gibi oldum telefonum çaldı. Arayan Selçuk’tu: “Napıyon lan ? Nasıl hissediyon ? İyi oldun mu ?” dedi sesindeki endişeyi saklamaya çalışarak. “İyiyim birader eksik olma. Yatıyodum şimdi.” dedim. “Tamam yarın akşam alo diyeceğim sana, Kolsuzun mekana gider kafa dağıtırız.” , “Tamamdır paslaşırız yarın akşam.”

Artık üzerime çöken yorgunluğu iyice hissetmeye başlamıştım. Tek isteğim iyi bir uyku çekmekti. Yorganı üzerime çekip gözlerimi kapattığım anda gecenin sessizliğini acı bir çığlık böldü. Ardından büyük bir patırtı ve yine çığlık.
                                                                                                                             (Devamı yakında)


                                                                                                                                    Kabil