Selçuk’a “Ne oldu lan” dedim. “Ne oldu böyle bana ? Her
yerim kan içinde ?” Selçuk sinirli gözlerle bana bakıyordu. “Ne olacak lan
gerizekalı, yine paparozu fazla kaçırdın. Kafan yükselince de başladın babamı
keseceğim demeye. Eve gitmeye kalktın tuttuk. Bu sefer de cebinden kelebeği
çıkarıp başladın kendini kesmeye. Elinden bıçağı alana kadar her yerini kestin
zaten.” Selçuk’un sözlerini bitirmesiyle kesikler de acısını hissettirmeye
başlamıştı. Tişörtümü kaldırdığımda karnımın üstüne attığım kesiğin hayli derin
olduğunu ve deli gibi kanadığını fark ettiğimde kaygılanmaya başladım. Selçuk kaygılandığımı anlamış olacak ki
“Merak etme çocuklar araba bulmaya gitti gelirler birazdan. Hemen gideriz
hastaneye.” dedi. Sonra bir anda yeniden parlayıp: “Nah sana bundan sonra
paparoz! Başlayacağım babana da sana da. Ulan başımıza kalcan bir gün.
Yaramadığını biliyorsun neden o kadar içiyorsun oğlum ? Ben de efkarlısın diye
bir şey demedim. Kafama sokayım keşke meşaleyi alsaydım elinden!” dedi.
Haklıydı bir şey diyemiyordum. Mahçup gözlerle, Selçuk’un sinirden parktaki
direklere asılı çöp tenekelerini tekmelemesini izledim.
Hastaneye vardığımızda acildeki doktor kanlar içinde
olduğumu görünce telaşla Selçuklara nasıl bu hale geldiğimi sordu. Selçuk olay
adli vakaya düşmesin, polisle, ifadeyle falan uğraşmayalım diye “Ufak bir kaza.
Bıçakla oynarken kendini kesti” dedi. Doktorun endişe dolu bakışları bir anda
hissizleşti. Bana dönüp “Doğru mu bu ?” gibisinden baktı, ben de başımı
sallayıp onayladım. Sanki kendini kesen insanların sağlık hizmetlerinden
faydalanmaya hakkı yokmuş gibi: “Nöbetçi hemşireye söyleyin gelsin dikiş atsın.
Bir boku yok bunun.” Dedi yanındaki görevliye.
Sedyenin üzerinde hemşirenin gelmesini bekliyor bir yandan
da kendime küfür ediyordum. Bok vardı da geldim şu şehre. Ulan her yerim kesik
içinde bu şekilde fabrikaya da hemen başlayamam. Nerden baksan 1-2 hafta
yatarım olur. Kafama sikeyim. Derken hemşire girdi içeri. Hassiktir üst kat
komşumuz, ilçenin sünnetçisi Mahir Amca bu. İlçede zaten toplam 2 tane sünnetçi
vardı. Biri de buydu. Mahir Amca ayrıyeten devlet memuruydu. Hastanede
hemşirlik yapıyordu ve şansımın içine tüküreyim herifin nöbet gününe denk gelmiştim.
Şaşkın gözlerle beni süzdükten sonra “Kabil, ne oldu ? Bu halin ne böyle ?”
dedi. “Yok bir şey Mahir amca, ufak bir
kaza oldu.” Daha fazla soru sorup üstelemedi. Bunu benim yaptığımı az çok tahmin
ediyordu. zaten. Mahir Amca dikişlerimi tamamladıktan sonra kulağıma eğilip “Bak,
doktor senden iyice işkillenmeye başladı. Bir daha bu şekilde hastaneye düşersen
uyuşturucu testine tabi tutulacaksın. Sus! Bana içmiyorum zırvaları çekmeye
kalkma! Sözümü dinle hayatını kaydırma. Bu sana son uyarım, şimdi siktir ol eve
git kendine çeki düzen ver!” derken alnından boncuk boncuk terler süzülüyordu. Krizin
eşiğindeydi. Çünkü alkoliğin tekiydi. Neredeyse her akşam karısı ve kızını döverdi.
Ayrıca “Görev başında alkollü olmak.”tan 2 kere hakkında kamu soruşturması
açılmıştı. İkisinden de rahat sıyrıldı çünkü ilçenin hatırı sayılır savıcısı Serdar
Pozantı rakı masasından samimi dostuydu. Bu sebepler yüzünden Mahir Amcanın
uyarıları zerre samimi gelmiyordu. Bir an önce dediklerini geçiştirip
hastaneden çıkmak için başımı sallayıp dediklerini onayladım.
Hastaneden çıkıp eve geldiğimde saat hayli geç olmuş,
evdekiler çoktan uykuya dalmıştı. Üstümü değiştirip balkona çıktım. Paketimi
yokladım sigaram bitmişti. Babam olacak gereksizin paketinden bir tane sigara
çalıp yaktım. Sigarayı içerken gözüm uzaklara daldı. Başka hayatları düşündüm, çok
uzaklarda mutlu yaşayan insanları. En son ne zaman mutlu hissettiğimi
hatırlamaya çalıştım, zor geldi bıraktım. Dünyada 7 milyar insan var ama tek
fazlalık benim. Sürekli “Bıkmış, usanmış, hayal kırıklıklarıyla dolu”
bakışların tacizinde geçen bunca yılın verdiği tek his buydu: Kendini fazlalık
görmek. Bunun manası gereksizliğe çıkıyordu. Fazlalık olan her şey aynı zamanda
gereksizdir ve gereksiz şeylerden kurtulmak çoğu zaman mecburi bir eylemdir. O
yüzden intihar düşüncesi bende asla kötü şeyler uyandırmazdı. O, son kaçış
yolu, acil çıkış kapısıydı. Olur da tamamen boka batarsam o, beni şefkatli
kollarının arasına alıp buralardan götürecek son şeydi.
Sigaranın külünün ağzımı yakmasıyla irkildim. Farkında
olmadan pamuğuna kadar içmişim. İzmariti balkondaki kül tabağına bastım usulca.
İçeri girip yatağıma uzandım. Uykuya dalar gibi oldum telefonum çaldı. Arayan
Selçuk’tu: “Napıyon lan ? Nasıl hissediyon ? İyi oldun mu ?” dedi sesindeki
endişeyi saklamaya çalışarak. “İyiyim birader eksik olma. Yatıyodum şimdi.” dedim.
“Tamam yarın akşam alo diyeceğim sana, Kolsuzun mekana gider kafa dağıtırız.” ,
“Tamamdır paslaşırız yarın akşam.”
Artık üzerime çöken yorgunluğu iyice hissetmeye başlamıştım.
Tek isteğim iyi bir uyku çekmekti. Yorganı üzerime çekip gözlerimi kapattığım
anda gecenin sessizliğini acı bir çığlık böldü. Ardından büyük bir patırtı ve yine
çığlık.
(Devamı yakında)
Kabil
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder