7 Kasım 2016 Pazartesi

Fazlalık



Selçuk’a “Ne oldu lan” dedim. “Ne oldu böyle bana ? Her yerim kan içinde ?” Selçuk sinirli gözlerle bana bakıyordu. “Ne olacak lan gerizekalı, yine paparozu fazla kaçırdın. Kafan yükselince de başladın babamı keseceğim demeye. Eve gitmeye kalktın tuttuk. Bu sefer de cebinden kelebeği çıkarıp başladın kendini kesmeye. Elinden bıçağı alana kadar her yerini kestin zaten.” Selçuk’un sözlerini bitirmesiyle kesikler de acısını hissettirmeye başlamıştı. Tişörtümü kaldırdığımda karnımın üstüne attığım kesiğin hayli derin olduğunu ve deli gibi kanadığını fark ettiğimde kaygılanmaya başladım.  Selçuk kaygılandığımı anlamış olacak ki “Merak etme çocuklar araba bulmaya gitti gelirler birazdan. Hemen gideriz hastaneye.” dedi. Sonra bir anda yeniden parlayıp: “Nah sana bundan sonra paparoz! Başlayacağım babana da sana da. Ulan başımıza kalcan bir gün. Yaramadığını biliyorsun neden o kadar içiyorsun oğlum ? Ben de efkarlısın diye bir şey demedim. Kafama sokayım keşke meşaleyi alsaydım elinden!” dedi. Haklıydı bir şey diyemiyordum. Mahçup gözlerle, Selçuk’un sinirden parktaki direklere asılı çöp tenekelerini tekmelemesini izledim.

Hastaneye vardığımızda acildeki doktor kanlar içinde olduğumu görünce telaşla Selçuklara nasıl bu hale geldiğimi sordu. Selçuk olay adli vakaya düşmesin, polisle, ifadeyle falan uğraşmayalım diye “Ufak bir kaza. Bıçakla oynarken kendini kesti” dedi. Doktorun endişe dolu bakışları bir anda hissizleşti. Bana dönüp “Doğru mu bu ?” gibisinden baktı, ben de başımı sallayıp onayladım. Sanki kendini kesen insanların sağlık hizmetlerinden faydalanmaya hakkı yokmuş gibi: “Nöbetçi hemşireye söyleyin gelsin dikiş atsın. Bir boku yok bunun.” Dedi yanındaki görevliye. 

Sedyenin üzerinde hemşirenin gelmesini bekliyor bir yandan da kendime küfür ediyordum. Bok vardı da geldim şu şehre. Ulan her yerim kesik içinde bu şekilde fabrikaya da hemen başlayamam. Nerden baksan 1-2 hafta yatarım olur. Kafama sikeyim. Derken hemşire girdi içeri. Hassiktir üst kat komşumuz, ilçenin sünnetçisi Mahir Amca bu. İlçede zaten toplam 2 tane sünnetçi vardı. Biri de buydu. Mahir Amca ayrıyeten devlet memuruydu. Hastanede hemşirlik yapıyordu ve şansımın içine tüküreyim herifin nöbet gününe denk gelmiştim. Şaşkın gözlerle beni süzdükten sonra “Kabil, ne oldu ? Bu halin ne böyle ?” dedi.  “Yok bir şey Mahir amca, ufak bir kaza oldu.” Daha fazla soru sorup üstelemedi. Bunu benim yaptığımı az çok tahmin ediyordu. zaten. Mahir Amca dikişlerimi tamamladıktan sonra kulağıma eğilip “Bak, doktor senden iyice işkillenmeye başladı. Bir daha bu şekilde hastaneye düşersen uyuşturucu testine tabi tutulacaksın. Sus! Bana içmiyorum zırvaları çekmeye kalkma! Sözümü dinle hayatını kaydırma. Bu sana son uyarım, şimdi siktir ol eve git kendine çeki düzen ver!” derken alnından boncuk boncuk terler süzülüyordu. Krizin eşiğindeydi. Çünkü alkoliğin tekiydi. Neredeyse her akşam karısı ve kızını döverdi. Ayrıca “Görev başında alkollü olmak.”tan 2 kere hakkında kamu soruşturması açılmıştı. İkisinden de rahat sıyrıldı çünkü ilçenin hatırı sayılır savıcısı Serdar Pozantı rakı masasından samimi dostuydu. Bu sebepler yüzünden Mahir Amcanın uyarıları zerre samimi gelmiyordu. Bir an önce dediklerini geçiştirip hastaneden çıkmak için başımı sallayıp dediklerini onayladım.

Hastaneden çıkıp eve geldiğimde saat hayli geç olmuş, evdekiler çoktan uykuya dalmıştı. Üstümü değiştirip balkona çıktım. Paketimi yokladım sigaram bitmişti. Babam olacak gereksizin paketinden bir tane sigara çalıp yaktım. Sigarayı içerken gözüm uzaklara daldı. Başka hayatları düşündüm, çok uzaklarda mutlu yaşayan insanları. En son ne zaman mutlu hissettiğimi hatırlamaya çalıştım, zor geldi bıraktım. Dünyada 7 milyar insan var ama tek fazlalık benim. Sürekli “Bıkmış, usanmış, hayal kırıklıklarıyla dolu” bakışların tacizinde geçen bunca yılın verdiği tek his buydu: Kendini fazlalık görmek. Bunun manası gereksizliğe çıkıyordu. Fazlalık olan her şey aynı zamanda gereksizdir ve gereksiz şeylerden kurtulmak çoğu zaman mecburi bir eylemdir. O yüzden intihar düşüncesi bende asla kötü şeyler uyandırmazdı. O, son kaçış yolu, acil çıkış kapısıydı. Olur da tamamen boka batarsam o, beni şefkatli kollarının arasına alıp buralardan götürecek son şeydi. 

Sigaranın külünün ağzımı yakmasıyla irkildim. Farkında olmadan pamuğuna kadar içmişim. İzmariti balkondaki kül tabağına bastım usulca. İçeri girip yatağıma uzandım. Uykuya dalar gibi oldum telefonum çaldı. Arayan Selçuk’tu: “Napıyon lan ? Nasıl hissediyon ? İyi oldun mu ?” dedi sesindeki endişeyi saklamaya çalışarak. “İyiyim birader eksik olma. Yatıyodum şimdi.” dedim. “Tamam yarın akşam alo diyeceğim sana, Kolsuzun mekana gider kafa dağıtırız.” , “Tamamdır paslaşırız yarın akşam.”

Artık üzerime çöken yorgunluğu iyice hissetmeye başlamıştım. Tek isteğim iyi bir uyku çekmekti. Yorganı üzerime çekip gözlerimi kapattığım anda gecenin sessizliğini acı bir çığlık böldü. Ardından büyük bir patırtı ve yine çığlık.
                                                                                                                             (Devamı yakında)


                                                                                                                                    Kabil

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder