12 Mart 2017 Pazar

Haybeye Mavralar III

Her yeri gördüğün, yüksek bir tepedesin. Kuşlar umarsızca geçiyor. Onlar bile fark etmiyor seni. Küçücük bir ayrıntısın aslında. Bir evin en ücra köşesindeki dekorsun; atılmaya kıyılmamış ama varlığı da tamamen gereksiz olan tozlu bir dekor.

Bu kadar önemsizken bile o tepe, o yükseklik sana kendini Tanrı gibi hissettirir. Aşağı bakarsın, hayret verici sefilliklere ve bir zamanlar senin de içinde bulunduğun çukurlara. Çok uzakken hepsi sana, bir kuşun acı çığlığı yeter; irkilip aşağı düşmene.

Düşüşün belki dakikalar sürer. Belki saniyeler. Belki bir ömür. "Ne olacaksa olsun. Bitsin artık bu boşlukta sürüklenme hali." derken, ölüm perde arkasından sırıtır sana.

Ölümün bile almaya tenezzül etmediği bir ruhsundur. Azabın budur. Ne yaşamak ne ölmek. Asla dolmayacak bir boşlukta sonsuza kadar sürüklenmek. Bu, kendinde ilahi bir şeyler görmenin bedelidir. Oysa çok basitsindir; kibir müptelası bir varlık olarak.

Ama üzülme, insanın tesellisi bitmez. Cehennemde ateş ile dost olursan şeytan düşmanın olur. Çünkü kimse paylaşmaz sevdiğini.

Karanlık çöktüğünde içine artık tüm duygular eşittir. Mutluluk da gölgelerin tutsağıdır hüzün de.

Duygularını en keskin biçimde yaşayamadığın sürece nedir ki insanlığının delili ?

Sana baktığımda hiç bir şey göremiyorum. Kendinden istifa etmiş, bütün hayallerini kürtajlatmışsın. Kırık dökük her yanın. Hep eksiksin. 10'a bölünmüş, her parçanı ayı yerlere gömmüşsün. Belki de bunu tomurcuklanıp yeniden açmak için yaptın. Ama unuttuğun bir şey var; yeniden doğmak için önce kendinin katili olmalısın.



                                                                                                                     Kabil



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder