6 Aralık 2016 Salı

Haybeye Mavralar



Değişik bir vaziyet içindeyiz. Ayık kalmaya çalıştıkça daha sarhoş, yukarı çıkmayı denedikçe sürekli yere çakılan bir vaziyet. Başta küçük ve kesik şekilde yaşadığımız akıl tutulmalarının şimdilerde ardı arkası kesilmiyor. Kulağımızda ufak bir tını ve rengarenk gözlerden dökülen hayat kırıntıları. Ölülerden bahsediyoruz sürekli; toprağın altındakilerden. Bunları söylerken biz toprağın hangi tarafındayız bilmiyorum. Ne kadar hayattayız ki bazılarına ölü diyebiliyoruz ? Acılarımızdan zevk aldığımız kadar hayattayız belki de; hüzünlerimize aşık olduğumuz kadar. Baharı gelmeyen bir bedenin hasadı, mutsuzluktan başka ne olabilir ki ?

İnkarın anlamı yok. Hepimiz, istisnasız, felaketlerin bağımlısıyız. Hemen itiraz etmeyin. Sonuçta bir şeye bağımlı olmak için onu sevmek gerekmez. Hatta bunun farkında bile olmayabiliriz. Suyun bol olduğu yerlerde, yerleşimler dağınık kurulur. Biz de böyleyiz işte. Mutluluğun ve huzurun bol olduğu bir yer insanlığımızı çalmaktan ve bizi birbirimizden koparmaktan başka neye yarar ? Ama felaketler öyle mi ? Başa geldiğinde, insanları tek yumruk haline getiren, her patlak verdiğinde insanlığımızı ve birbirimize ihtiyacımız olduğunu hatırlatan canım felaketler. Boş verin siz: felaketleri, dediklerimi, tüm olanları. Nasıl olsa bu okuduklarınızın etkisi 5, bilemedin 10 dakika, belki o kadar bile sürmeyecek. Sonra yine kendi avuntularınızda, mutluluk dediğiniz tesadüflerde boğulacaksınız. Ne önemi var ki söylediklerimin bu kan denizinde ? 

                                                
                                                                                                                                  Kabil





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder