Fal taşı gibi açılmış gözleri, acıma ile cinnet arası bir
bakış ile bana bakıyordu. Benim ise karnımda tarifsiz bir yanma, dizlerimde
sanki bir daha hiç bağlanılmayacak bir çözülme ve kalbimin normalden hızlı
atışı söz konusuydu. Galiba panik atak geçiriyordum. Ama işin garip tarafı
panik atak geçiren insanlar yerinde duramaz; hızlı ve çok konuşur, elleri
ayakları birbirine dolanır, sağa sola koştururlar… Ben de ise ölümcül bir
eylemsizlik söz konusuydu. Konuşamıyor, hareket edemiyor, bakışlarımı bile
çeviremiyordum. Vücudumun tek faaliyet terlemekti. Kendimi yüz yıllık cansız
bir heykel gibi hissediyordum. O konuşuyordu, dişlerinden kıvılcım sesinden
alev püskürürmüşçesine konuşuyordu. Söylediği her kelime şakağıma çakılan çivi
gibi başımı ağrıtıyor, canımı yakıyordu. Sonra duraksadı. Çayından bir yudum
aldı etrafı süzdü. Cevap vermemi bekliyordu. Beynimdeki nöronlar sinirlerden
geçip düşüncelerimi söylememe izin verselerdi eğer şüphesiz cevap verecektim
ama olmuyordu işte, çalışmıyorlardı. Konuşmadığım her saniye içindeki sönmeye
yüz tutmuş korların yeniden alevlendiği hissedebiliyordum. Bir kelime, bir ses,
bir bakış, bir hareket bekliyordu. Kısacası asgari düzeyde bir tepki vermemi
umuyordu ama maalesef tepki yetimi de yitirmiştim. Ölüyordum ama kimse farkında
değildi. Yavaş yavaş ruhu çekilmiş bir beden oluyordum. Birden ayağa kalktı
bunu pek beklemiyordum ve yüzünü yüzüme yavaşça yaklaştırdı. Tam “şimdi bir
öpücük verecek ve bu içimdeki ölmüş toprakta rengarenk çiçekler açtıracak”
dediğim anda kulağıma eğilip “senin ta amına koyayım bencil piç kurusu” diye
fısıldadı. Doğruldu, acı bir gülümseme atıp mekanı terk etti. Sanki vücudumun
kilidinin anahtarı bu sözlermiş gibi çözülüverdim bir anda. Sonra düşündüm, “ayrılık
anında bir cevap bile veremeyeceksem ne işlevim var ki benim ?” Cebimden paketi
çıkarıp bir sigara yaktım. Ağzımdan boşalan dumanların havadaki dansını
izledikten sonra mekandan kalkıp en kalabalık yalnızlığın içine; sokağa
karıştım. Şimdi her şey daha iyi.
Kabil
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder